Kardeşim Midhat Cemâl´e
Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdâd,
Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yad!
Diyor ecdâdımız makberlerinden: “Ey sefil ahfâd,
Niçin binlerce ma´sûm öldürürken her gelen cellâd,
Hurûş etmezdi, mezbûhâne olsun, kimseden feryâd
Otuz milyon ahâlî, üç şakînin böyle mahkûmu
Olup çeksin hükûmet nâmına bir bâr-ı meş´ûmu!
Utanmaz mıydınız bir, saysalar zâlimle mazlûmu
Siz, ey insanlık isti´dâdının dünyâda mahrûmu
Semâlardan da yüksek tuttunuz bir zıll-i mevhûmu!”
O birkaç hayme halkından cihangîrâne bir devlet
Çıkarmış, bir zaman dünyâyı lerzân eylemiş millet;
Zaman gelsin de görsün böyle dünyâlar kadar zillet,
Otuz üç yıl devâm etsin, başından gitmesin nekbet…
Bu bir ibrettir ammâ olmıyaydık böyle biz ibret!
Semâ peymâ iken râyâtımız tuttun zelîl ettin;
Mefâhir bekleyen âbâdan evlâdı hacîl ettin;
Ne âlî kavm idik; hayfâ ki sen geldin sefil ettin;
Bütün ümmîd-i istikbâli artık müstahîl ettin;
Rezîl olduk… Sen ey kâbûs-i hûnî, sen rezîl ettin!
Hamiyyet gamz eden bir pâk alın her kimde gördünse,
“Bu bir cânî!” dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse.
Müvekkel eyleyip câsûsu her vicdâna, her hisse.
Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye´se…
Ne mel´unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblîs´e!
Değil kâbûsun artık devr-i devlet intibâhındır.
Gel ey nâzende hürriyyet ki canlar ferş-i râhındır.
Emindir mevki´in: En pâk vicdanlar penâhındır.
Serâpâ mülk-i Osmânî müeyyed taht-gâhındır.
Serîr-ârâ yı ikbâl ol ki: Bir millet sipâhındır.
***
Bizim mahalleye poyraz kışın da uğrayamaz;
Erir erir akarız semtimizde geldi mi yaz!
Bahân görmeyiz amma latîf olur derler.
Çiçeklenirmiş ağaçlar, yeşillenirmiş yer.
Demek, şu arsada ot bitse nev-bahâr olacak…
Ne var gidip Yakacık´larda dem-güzâr olacak
Fusûlü dörde çıkarnaz bizim sokaklarımız;
Kurak, çamur, iki mevsim tanır ayaklarımız!
Müneccimin, bereket versin, eski takvîmi
Haber verir bize, mevsim şehirde gelmiş mi
Sıcak, ziyâde sıcak bir geceydi; baktım ki:
Oturmak evde ölümden beter, dedim: Belki,
Çıkar dışarda gezersem biraz nefeslenirim;
Epey de yorgunum amma gelince dinlenirim.
Bizim müsâmere meydânı Yayla tümseğidir;
Uzak çekerse de poyraz tutar, yazın iyidir.
Giyip ayağını çıkarken sopam yetişti hele…
Emîn olup gidemem, çünkü, vermesek el ele.
Odur cihanda benim, varsa yoksa, mu´temedim;
Vakûr, hâtırı mer´î, vefâlı, çok denedim.
Bizim sokakları tahmîn için deyin ki: Kuyu!
Doğar şehirde güneş, yükselir minâre boyu,
İdâre kandili karşımda göz kıpar hâlâ;
Gurûb ikindiyi bulmaz, leyâl hep yeldâ!
Nasılsa bedrin o akşam nigâh-ı sîmîni,
Tarassud etmek için sanki evlerin içini;
Dikildi safha-i mînâda semt-i re´simize.
Tavansız evlere, yâ Rab, ne hoş bir âvîze!
Dur ey sirâc-ı ezel, gitme olduğun yerden:
Biraz şu sahne-i deycûru okşasın şu´len.
Şu´â-i muhriki altında, gündüzün, şemsin
Yanan alınlar için bir hayât olur lemsin…
Açıktı pencereler; sağlı sollu her evden
Gelirdi türlü sadâlar, acıklı, ba´zen şen.
-Bak anne, aydede bak bak!
Aman da mâşallah
Değirmi tabla kadar var…
-Susundu Ayşe, günah.
-İlâhi teyze tuhafsın, neden günâh olacak
-Günah dedim ya, bırak, şimdi…
-Haydi sen de bunak!
– Bunak munak deme billâhi çarparım elimi…
Aşifteler sizi… Âhir zaman tevekkeli mi!
Evin birinde nevâ-sâz bir güzel ûdî;
Birinde cezbe fezâ bir sadâ-yı dâvûdî,
Tilâvet etmede Kur´an; gelip geçenlerse
Ayakta irkiliyor incizâb edip o sese.
Duyulmasın mı biraz sonra başka bir acı ses
Aceb ne var diyerek koştu önceden herkes;
Fakat gidenlere baktım ki kaldırıp tabanı,
Bucak bucak kaçıyor.Kaç bilir misin amanı!
Kısıldı karşıki evlerde mumların hepsi,
Kısıldı sanki bütün bir mahallenin nefesi!
Kesildi nağme-i Kur´an, kesildi nağme-i sâz;
Zaman zaman duyulan sâde bir- rakîk âvâz.
Niçin kaçıştı ahâli, ne var ki yâ Rabbi
Yavaş yavaş, sokulur, anlarım nedir sebebi.
Ne manzaraydı, İlâhî, o gördüğüm sahne!
Beş on herif yapışıp bir fakîrin ellerine,
Sürüklüyor; öteden bir kadın diyor:
-Bırakın!
Kocam ne yaptı Nedir cürmü bî-günâh adamın
Zavallının büyük evlâdı öldü askerde;
İkinci oğlu da sürgün Yemen´de bir yerde.
Acıklı, göğsü sakat koyverin, didiklemeyin;
Günahtır etmeyin, oğlum, ayıptır eylemeyin.
Efendi kim, o ne bilsin Bilirse hem ne çıkar
Kilercisiyle uzaktan biraz hısımlığı var.
Geçende komşuyu görmüş, demiş selâm söyle.
Demek alınmıyacak Tanrı´nın selâmı bile!
Köpek sürürgibi insan sürüklenir mi ayol
-Kadın, çekil döverim ha! Sokulma, haydi defol!
-Herif bırak, diyorum. . . Durdu işte bak nefesi.
-Ne dırlanıp duruyor Susturun canım şu pisi!
Demez miyim size ben her zaman ki “dağdağasız”
Yapın Eşek gibi siz hiç lâf anlamaz mısınız
-Kadın, paşam, ne yaparsın
Paşam mı Nerde paşa
Şu korkuluk gibi dimdik duran herif mi Paşa!
Tasavvur et: İki arşın kazık kadar bir boy!
Getir de üstüne kalpaklı bir kemik kafa koy.
Ocak süpürgesi şeklinde bir sakal yaparak
“Senin bu işte yüzün, al!” deyip o yüzsüze tak.
Ocak süpürgesi, lâkin süpürmüyor, yıkıyor;
Nedense bittiği yerden cenâzeler çıkıyor!
Budak delikleri tarzında aç da çifte oyuk,
Büyükçe bakla kadar alnının az altına sok.
Bilir misin çalı altında gizli inler olur.
Yılan sabah çıkar, akşam usulcacık sokulur;
Bıyık o kırda yetişmiş diken yemişli çalı;
Ağız da in gibi aslâ görünmüyor, kapalı.,
Bu şekl-i mûhişi mümkünse bir düşün şöyle,
Paşam dedikleri u´cûbe işte aynıyle!
Belinde seyfi “sadâkat´; elinde bir kamçı,
Ferik nişanları altında gördüğüm umacı,
Ziyâ-yı bedr-i münîrin içinde, yâ Rabbi,
Dururdu sîne-i îmâna girmiş, ukde gibi!
Semâ, zemin bütün envâr iken o pis gölge,
Cebîn-i pâkine leylin ne pâyidâr leke!
-Kuzum, nasıl paşasın, görmüyor musun Kocamı
Sürükleyip duruyorlar…
-Defol kadın, adamı
Vunınca öldürürüm ha! Benim şakam yoktur.
-Çekil hanım, paşa lâf dinlemez vurur mu, vurur.
Bilir misin onu! Şevket-meâb Efendimiz´in
Birinci bendesidir…
-Hay yetişmesin pampin!
– “Sürün!” demiş, ona Şevketli´nin irâdesi var.
-Sürüm sürüm sürünün tez zamanda alçaklar!
Ya sen, zebâni kıyâfetli, gulyabâni paşa,
İlâhi yumru başın bir geleydi sivri taşa!
Yılan bakışlı şebek bir bakın şunun gözüne!
Kazık boyundan utan… Tû! Herif, senin yüzüne!
Sakın mahallede erkek bırakmayın, götürün.
Sayıyla vermediler, öyle, posta posta sürün!
Bakın şu hayduda, durmuş yıkın diyor evimi!
Torunlarım ya herif, aç kalıp dilensin mi
Mahallemizde de çıt yok ne oldu komşulara
Susup da kurtulacak sanki hepsi aklısıra.
Ayol, yarın da sizin hânümânınız sönecek…
Ne var sıçan gibi evlerde şimdiden sinecek
Yazık sizin gibi erkeklerin kıyâfetine…
-Yetişti yaygaran artık… Çekil kadın evine!
Atın Şu kaltağı gitsin, tıkın hemen içeri.
– Paşam, bayıldı kadın.
Anlamam o hîleleri.
Demek ki bekleyelim gelsin âlemin keyfi…
Saat üç oldu, geciktik, omuzlayın herifi.
Refik-i ömrü giderken cenâze hâlinde,
Serildi, kaldı kadın âşiyân-ı lâlinde,
Benim de bitti nihâyet tahammülüm, tâbım;
Boşandı seyl-i dümû´um, boşandı a´sâbım.
Utandım ağlıyarak ağladım utanmıyarak!
Diyordu sanki o bîçâre karşıdan:
-Alçak
Demin gerekti hamiyyet! Hem ağlamak ne demek
Figân ederse kadın, susturur koşup erkek
Eve döndüm, bütün o fâcialar
Geldi karşımda durdu subha kadar.
Döndü dîdemde bin hayâl-i elîm!
Öttü beynimde bin figân-ı yetîm.
Ağlasın inlesin de bir mazlûm,
Olayım seyre sâde ben mahkûm!
Yalınız ben miyim fakat câni
Kim çıkıp “Yapmayın!” demişti, hani
Sustu herkes duyunca feryâdı,
Kimsecikler yerinden oynamadı.
Sesi hattâ kısıldı Kur´ân´ın
Sustu güyâ sadâsı Mevlâ´nın!
Sus! O susmaz: Nidâ-yı tehdîdi,
Dinle bak nerden in´ikâs etti:
Arnavutluk´ta gürleyen toplar
Geliyor işte pâyitahta kadar.