Dirvas
Derler ki: Ümeyye´den Hişâm´ın
Devrinde, yakınlarında Şâm´ın
Üç yıl ekin olmamış kuraktan.
Can kaydına düşmüş artık urban.
Her hayme mezâr olup kapanmış:
Altında beş on kadîd uzanmış!
Bakmış ki meşâyih-i kabâil:
Sıyrılmıyacak bu derd-i hâil;
Bir karyede toplanıp, demiçler:
Durdukça helâkimiz mukarrer.
Mâdem ki şüyûhuyuz bu halkın,
Kalkın gidelim Hişâm´a, kalkın.
Bir duysa Halîfe´miz bu hâli;
Var merhamet etmek ihtimâli.
Hiç ak sakalıyle bir alay pîr,
Eyler de Emîr´e hâli tasvîr,
Görmez mi o, halkı rahme, şâyan
Sultansa da taş değil ya: İnsan!
Teklîfı kabûl eder bütün nâs;
Derler, yalınız: “Bulunsa Dirvâs.
Sinnen daha pek çocuktur amma
Olmaz o kadar talâkat aslâ. ”
Vaktâ ki girer şüyûh Şâm´a
Derhâl haber gider Hişâm´a:
Derler ki, beş on kabîle geldi.
Der: Gelsinler sarâya şimdi.
Birlikte çocuk dalar huzûra,
Evvelce duâ eder de sonra,
Hiç pervâsız girer kelâma…
Lâkin bu tuhaf gelir Hişâm´a;
Der: Sus a çocuk büyük dururken,
Söz sâdır olur mu hiç küçükten
Dirvâs o zaman kelâmı tekrâr
Teshîr ile der:”Nedir bu âzâr!
Mikyâsı mıdır zekâvetinsin
Dirvâs´ı çocuk mu zannedersin
Bir dinle de sonra gör çocuk mu
İnsâf nedir o sizde yok mu
Ben söyliyeyim de bir efendin,
Susturmak elindedir efendim. ”
Dirvâs bakar Melik´te ses yok·
Mecliste değil ki ses, nefes yok;
Mu´tâdı olan talâkatıyle
Başlar söze eski şiddetiyle:
“Üç yıl mütemâdiyen kuraklar,
Emsâli görülmemiş sıcaklar,
Sâmânımızı kuruttu gitti;
Mezrûâtın umûmu bitti.
Binlerle çadır kapandı kaldı,
Çöl, mahşer-i mevt şekli aldı!
Şehrîleri besliyen kabâil
Köy köy geziyor zelîl ü sâil.
Hâtemlere cûd eden o urban,
Nan pâreye can verir bugün can!
Çıplakları giydiren de üryan,
Gömleksizdir zükûr ü nisvan!
Açlık ecelin zahîri oldu:
Baştan başa çöl cesedle doldu.
Her kûşede bin acıklı feryâd…
Yok bir yerden sadâ yı imdâd.
Şubbân bütün ihtiyâra döndü!
Pîrân görsen, mezâra döndü!
Yok vâlidelerde süt ki: Tutsun,
Evlâdını emzirip uyutsun.
Zannım, bize münfail ki Mevlâ:
Bir bâdiye halkı yandı, hâlâ
Bir damla su inmiyor semâdan,
Şebnem bile düşmüyor duâdan!
Binlerce duâya bir icâbet
Göstermedi bârgâh-ı rahmet.
Artık sana ilticâya geldik
Reddetmez isen ricâya geldik:
Görmekteyiz ey Emîr-i âdil,
-İnkân bunun değil ya kâbil-
Yok sendeki ihtişâma pâyân;
Bizlerse alay alay sefılân ;
Bir yanda demek ki fazla var çok;
Hayfâ ki öbür tarafta hiç yok.
Öyleyse biraz tevâzün ister.
Evvel beni dinle, sonra hak ver:
Nerden buldun bu ihtişâmı
Halkın mı, senin mi, Hâlik´ın mı
Allâh´ın ise eğer bu servet.
Bizler de onun kuluyken, elbet
Bir pay talebinde hakkımız var…
İnsâf olamaz bu hakkı inkâr.
Halkınsa şu bî-nihâyet emvâl;
Ver, etme hukûk-i gayrı pâmâl.
Yok; böyle de olmayıp da kendi
Mâlin ise – çünkü fazla – şimdi,
Bî-vâyelere tasadduk eyle…
Dördüncüsü varsa haydi söyle!”
Mebhût ederek bu söz Hişâm´ı,
Huzzâra demiş: “Görün kelâmı!
Yok bende cevâb-ı redde kudret…
Hayret, bu civan-dehâya hayret!
Îcâb ediyor ki şimdi insâf:
Mes´ûlü hemen olunsun is´âf. “