Merhûm İbrahim bey

 

Mehmet Akif Ersoy

(İbrâhim Bey merhum ki tabâbet-i baytariye ulemâsındandır, hâk-i pâk-i, Şark´ın yetiştirdiği nevâdir-i irfân ü faziîletin biridir: Merhûmu yakından tanıyanlar dört sene evvelki fecîa-i irtihâlinin millet için ne elîm bir zıyâ ; hükûmet için ne azîm bir hacâlet olduğunu teslimde

tereddüt etmezler. Şark´ın, Garb´ın bedâyi´i-i ilm ü fennini toplayıp hâfızasına doldurmuş; mahfûzâtını muhâkemâtıyle, meşhûdâtıyle şâyân-ı hayret bir sûrette tevsi´ etmiş; Şark´ın her tarafını defeât ile dolaşmış; Garb´ın en medenî memâlikini görmüş, gezmiş; elsine-i Şarkıyeyi edebiyâtıyle bilir; Fransız, Rus lisanlarını hakkıyle öğrenmiş olan bu büyük adam fıtraten mahviyyete âşık, iştihâra düşman olmasaydı, emînim ki, hükümet-i sâbıkanın o sâbıkalı ricâli yüzünden gurebâ hastahânelerinde ölen öyle bir hakîm-i zû fünûnu tanımak için kâriîn-i kirâm benim gibi bir âcizin delâletine müftekır kalmazdı!)

Dönen muhît-i nigâhımda yâl ü bâlindir;
Bütün hayâlim o fevka´l-hayâl hâlindir!
Zalâm-ı hayrete düşmüş, batar çıkarken ümîd,
Önünde rehber olan meş´alem hayâlindir.
Semâ-güzîn olarak gittin ey İlâhî nûr,
Peyinde şimdi ufuktan geçen zılâlindir.
Bu kâinât senin hâtıranla hep lebrîz:
Zemîn, zaman banâ yâd-âver-i cemâlindir.

Bütün cihâtta akseyliyen hemâlindir.

Esîr, sanki bir âyîne-i celâlindir!

Nücûm-i lâmia-zâ bârikât-ı irfânın,

Leyâl, ihâta-i eşyâdaki kemâlindir!

Seher o nâsiyeden bir nişân-ı feyzâ feyz

Şafakta dalgalanan renk reng-i âlindir.

Ulüvv-i kâ´bını tasvîr eder nigâhımda

Semâ, olanca vuzuhiyle bir misâlindir.

Cibâl, heykel-i sâhib-vekâr-ı azmindir,

Suhûr, hıffete düşman olan hısâlindir.

Bulut yemîn-i leâl-î-nisâr-ı cûdundur,

Güneş müfekkire-i herdem-iştiâlindir.

Tulû ; levha-i rengîn-i ibtisamındır,

Gurûb, safha-i gamkîn-i infiâlindir.

Havâda mevcelenir sânihat-ı kudsiyyen,

Riyâh, rûhumu pür-cûş eden mekâlindir.

Çemende cilveler eyler bahâr-ı dîdârın,

Sabâ nüvîd-i ümîd-âver-i visâlindir.

Şitâ, peyinde hurûşan kıyâmet-i kübrâ,

Rebî ; hâtıra-i şi´r-i lâ yezâlindir.

Hülâsa, nazra-i im´ânımın önünde cihan

Senin sahîfe-i zâtın, senin meâlindir.

Senin hayâl-i sabîhin -ki bir zaman ey yâr,

Edince leyle-i rûhumda bin emel bîdâr;

Kıyâs ederdim açılmış sabâh-ı istikbâl-

Bugün bulutların altında eylemekte karâr!

Garîb, şâm-ı garîban kadar hazîn oluyor,

Nigâh-ı rikkatimin karşısında fecr-i bahâr.

Birer bürehne kadîd-i mehîbi andırıyor

Hayât hulle-i sebzinde cilveger eşcâr.

Bütün bu sâha-i hadrâ, bu nev-demîde çemen

Yeşil bir örtünün altında bir amîk mezâr!

Sımâh-ı cânıma bin uhrevî sadâ geliyor

Neşîdeler okuyorken gusûn-i terde hezâr.

Temevvüc eyliyerek gözlerinde jale-i nûr

Şükûfe-zârda gûyâ ki ağlıyor ezhâr.

Senin sahîfe-i zâtın senin meâlin iken

Bütün cihân-ı bedâyi´de müncelî âsâr,

Samîm-i rûhumu pür-cûş ü bîkarâr ediyor

Bugün o sîne-i hilkâtte inleyen eş´âr!

Muhît şimdi şebistan-ı iğtirâbındır:

Bugün uyanmıyor artık o nâzenîn eshâr!

Sen ey semâları işrâk eden ziyâ-yı ezel,

Bu hâkdânı bıraktın peyinde zulmet-zâr

Gerildi bir ebedî perde beynimizde, senin

Açıldı pîş-i celâlinde âlem-i dîdâr.

Cihan cihan dolaşırsın fezâ-yı lâhûtu,

Nasıl ki yâd-ı hazînin gezer diyar diyar!

Hayât varsa senin sermedî hayâtındır,

Azâb, yoksa, bu fânî hayât-ı velveledâr.

Sükûnu nerde bulur âh kalb-i mehcûrum

Derûn-i sînede bin herc ü merc-i dâim var!

Demek, görünmiyeceksin ile´l-ebed bana sen,

Demek, uzaktasın ey yâr-ı mihriban benden!

Hayâta sen beni rabteylemiş iken, şimdi

Aceb nasıl yaşarım söyle, âh sensiz ben

“Günün birinde gelirsin de eski âlemler

Devâm eder yine birlikte öyle şâtır, şen…

Bu gîrûdâr-ı maîşetten el çeker, ararız

Seninle sîne-i uzlette gizli bir me´men…

Kanşmayız şu cihânın nebûd ü bûduna hiç,

Nasıl ki bunca zamandır karışmadık zâten!

Uzakta aksede dursun o hây ü hûy-i mehîb…

Sükûn içinde biz ey dost, yek-revan, yek-ten,

Devâm eder gideriz her zamanki âhenge,

Döner muhîtimiz üstünde hep senin nağmen…

Beyân-ı ukde-güdâzınla mübhemât-ı şu´ûn

Yavaş yavaş açılıp bir vuzûh olur rûşen.

Verâ yı perde-i kudrette gizlenen râzın

Önünde feyz-i beyânın açar da bin revzen

İyân olur o zaman karşımızda âlem-i rûh

Düşüp gider gözümüzden bütün kuyûd-i beden!

Birer terâne-i ilhâm olan neşâidini

Kemâl-i vecd ile tekrâr dinlerim… ” derken

Bugün emellerimin hepsi ser-nigûn oldu…

Meğerse olmıyacakmış ne bir gelen, ne giden!

Meğer açılmıyacakmış müebbeden artık

O perde perde hakâik o ukdeler, o dehen!

Yazık ki yükselerek matla´ında etti karar

O lem´a 1em´a sünûhât… Hem de pek erken!

Niçin gurûb ediverdin sen ey sitâre-i şark,

Henüz kemâlini derk etmeden zavallı vatan

Şu son zamanda zıyâ´ın kadar zıyâ´-ı elîm

İsâbet etmedi âfâk-ı Şark´a, İbrâhîm!

Eğerçi milletin ümmîd-gâh-ı ikbâli

Olan beş on büyük âdem, beş on vücûd-i kerîm

Birer birer heder olmuştu senden evvelce…

Senin peyinde fakat kaldı bin ümîd-i akîm.

Yarım asırda uyanmış çerâğ-ı feyze bakın:

Bir anda oldu sönüp perde pûş-i hâk-i remîm!

Tasavvur eyliyemezdim ki ansızın dursun

Felâh-ı ümmet için çarpınan o kalb-i râhîm!

Tahayyül eyliyemezdim ki seyrden kalsın

Muhît-i şarkta cevlân eden o fikr-i hakîm!

Ridâ-yı hâke büründün sen ey sirâc-ı edeb,

Fakat o lem´a ki yâdımdadır… Zevâli adîm!

Durup mezârının üstünde ağladıkça sehâb;

Gelip başında enîn eyledikçe rûh-i nesîm;

İnip melâik-i rahmet cihân-ı bâlâdan

Harîm-i kabrine ettikçe her zaman ta´zîm;

Bahâr vakti çiçeklerde yâd-ı enfâsın

Meşâm-ı câna duyurdukça bin lâtîf şemim;

Döner hayâlimin en muhterem harîminde

Senin o tayf-ı lâtîfin ey âşinâ-yı kadîm!

Musâb olan yalınız âilen midir Heyhât,

Bıraktın arkada binlerce hânümânı yetîm!

Olurdu dest-i tesellî-medâr-ı lîtfunla

Sirişk içinde yüzen çehreler bir anda besîm;

Ederdi cûd-i merâhim-nümûd-i feyyâzın

Hazâin olsa bütün ehl-i fâkaya taksîm.

O bir cihân-ı fezâildi, mahvolup gitti…

Nedir Niçindir İlâhî bu inkılâb-ı azîm

Ey yâd-ı güzîn-i ihtirâmı,

Rûhumda hayâtının devâmı;

Ey lem´a-i feyzinin tamâmı,

Subh-i ezelînin ihtişâmı;

Âmâline dargelince nâsût

İkbâline sîne açtı lâhût.

Bakmaz da bu dâr-ı ibtilâya

Rûhun can atardı i´tilâya;

En sonra o nûr-i arş pâye

Yükseldi civâr-ı Kibriyâ´ya…

Dem şimdi dem-i saâdetindir.·

Ervâh, nedîm-i hazretindir.

Tevfik olarak yolunda hem-râh,

Aştın şu fezâ-yı tân nâgâh;

Tâ fecr-i bekâda oldun âgâh…

Hâlâ gidiyorsun, Allah Allah!

Pervâzına yok mudur tenâhî

Ey tâir-i gülşen-i İlâhî!

Her gül dibi medfen-i hayâlin,

Her gonca kitâbe-i kemâlin

Her yerde nihân olan cemâlin,

Her yerde iyân olan meâlin;

Bir yerde görünmüyorsun amma;

Her yerde bedâyi´in hüveydâ!

Ey sen ki harîm-i Hakk´a mahrem

Oldun da yabancın oldu âlem;

Yâd eyliyecek misin ki bilmem

Dünyâ denilen bu sicn-i mâtem

Hâlâ bana dâr-ı imtihandır…

Kurtulmadım işte an bu andır!

Ey yar-ı aziz-i gam-küsarım,

Mahvoldu Huda bilir kararım;

Sarsıldı olanca ıstırabım;

Bi-zar peyinde ruh-i zarım!

Gittin, beni kimsesiz bıraktın,

Yaktın beni hasretinle yaktın.

 
 
 

0 Yorumlar

İlk yorumu yazabilirsiniz....

 
 

Yorum yaz!