Tevhid Yahud Feryad
Ey nûr-i ulûhiyyetinin zılli avâlim,
Zıllin bile esrâr-ı zuhûrun gibi muzlim!
Kürsî-i celâlin -ki semâlarla zeminler
Bir nokta kadar sahn-i mıchîtinde tutar yer-
İdrâkin eder gâye-i ümmîdini haybet…
Yâ Rab, o ne dehşettir, İlâhî, o ne heybet!
Pervâzına yetmez gibi pehnâ yı avâlim,
Gâhî seni bulsam diye, âvâre hayâlim
Bir şevk ile lâhûta kadar yükseleyim der:
Lâkin nasıl olsun ki bu mi´râca muzaffer
Nâsût muhîtinde henüz çalkalanırken,
Bir dest-i tecebbür dayanıp göğsüne birden;
Hüsranla iner öyle sefil, öyle muhakkar:
Hâlâ o sukûtun küreden tozlan kalkar!
Yalnız o mu Bin fikr-i semâvî bu zeminde,
Bîtâb-ı taharrî kalarak âh ü eninde!
Eşbâha mı kurbün olacaktır cevelângâh
Ervâh bütün mündehiş-i “sümme radednâh!”
Sun´undaki esrâra teâlî bize memnû´
Olmaz mı, ridâ pûş dururken daha masnû´
Hurşîd-i ezelden nasıl ister ki haberdâr
Olsun daha bir zerreyi derk etmeyen efkâr
Ey nâmütenâhî sana nisbet ile mahdûd,
Mahsûr-i muhît-i kaderindir ne ki mevcûd.
Dîbâce-i evsâfını almaz bütün eb´âd,
A´dâd edemez silsile-i feyzini ta´dâd.
Ummân-ı şüûnun ki birer mevcidir a´sâr,
Her mevcesi bir lücce-i bî-sâhil-i âsâr!
Fermânına mahkûm ezeliyyet, ebediyyet;
Ey pâdişeh-i arş-ı güzîn-i samediyyet.
İbdâ-ı bedîin -ki cihanlarla bedâyi´
Meydâna getirmiş- bize ey Hâlik-ı Mübdi´,
Mübhem nasıl olmaz ki Adem´den değil isbât,
Bir zerre-i mevcûdu yok etmek bile heyhât,
Kâbil olamaz çıksa da bin dest-i muharrib.
Yâ Rab, bu nasıl âlem-i lebrîz-i garâib!
Serhadd-i ezel bed´-i hudûd-i melekûtun
Pehnâ yı ebed gâye-i sahn-ı ceberûtun.
Hükmün ki tahakküm edemez seyrine bir şey;
Bir anda bu pâyansız olan cevvi eder tayy
Bir an, diyerek eylemişim bilmiyerek, bak!
Takyîd zamanla seni ey Fâtır-ı Mutlak!
Bâkîyi beşer her ne kadar etse de tenzîh.
Fâniyyeti îcâbı, eder kendine teşbîh!
Itlâka nasıl yol bulabilsin ki tefekkür
Eşbâhı görür eyler iken rûhu tasavvur! .
***
Ey rûh-i fezâ-gerd, giran-seyr-i harîmin,
Ey nâtıka, dembeste-i esrâr-ı azîmin,
Maksûd bu hilkatten eğer ma´rifetinse;
Varmış mı o müdhiş görünen gâyete kimse
Bir sahne midir yoksa bu âlem nazarında
Bir sahne ki milyarla oyun var üzerinde!
Bir sahne ki her perdesi tertîb-i meşiyyet;
EŞhâsı da bâzîçe-i âvâre-i kudret!
Cânîleri, katilleri meydâna süren sen;
Cânîdeki, katildeki cür´et yine senden!
Sensin yaratan, başka değil zulmeti, nûru;
Sensin veren ilhâm ile takvâyı, fücûru!
Zâlimde teaddîye olan meyl nedendir
Mazlûm niçin olmada ondan müteneffir
Âkil nereden gördü bu ciddî harekâtı
Câhil neden öğrenmedi âdâb-ı hayâtı
Bir fâilin icbârı bütün gördüğüm âsâr!
Cebrî değilim… Olsam İlâhî ne suçum var
***
Bir sahne demek âleme pek doğrudur elbet;
Ancak görülen vak´alann hepsi hakîkat.
Hem öyle vekâyi´ ki temâşâsı hazindir,
Âheng-i tarab-sâzı bütün âh ü enindir!
Zîrâ ederek bunca sefâlet-zede feryâd;
Vâveyl sadâsıyla dolar sîne-i eb´âd.
Yâ Rab, bu yüreklerdeki ses dinmeyecek mi
Senden daha bir emr-i sükûn inmeyecek mi
Her ân ediyorsun bizi makhûr-i celâlin,
Kurbân olayım nerde senin, nerde cemâlin
Sendense eğer çektiğimiz bunca devâhî,
Kimden kime feryâd edelim söyle İlâhî
Lâ yüs´el´e binlerce suâl olsa da kurban,
İnsan bu muammâlara dehşetle nigehban.
Bir şahsa esîr olmayı bir koskoca millet,
Mekrinle mi yâ Rab sanıyor kendine devlet
Dünyâyı yakıp yıkmaya bir seyf i teaddî,
Emrinle mi yâ Rab, ediyor böyle tesaddî
Zâlimlere kahrın o kadar verdi ki meydan:
” Yok âdil-i mutlak” diyecek ye´s ile vicdan!
Yerden çıkıyor göklere bin âh-ı şererbâr,
Gökler ediyor sâde çıkan nâleyi tekrâr!
Bir yanda yanar lânesi bin hâne-harâbın,
Bir yanda söner lem´ası milyonla şebâbın.
Kalmış eli böğründe felâket-zede mâder;
Evlâdını gömmüş kara topraklara, inler!
Ağlar beriden bir sürü âvâre-i tâli´
Nan-pâre için eyliyerek ırzını zâyi;
Bükmüş oradan boynunu binlerce yetîman,
Me´vâ arıyor âileler lâne perîşan!
Mazlûm şikâyette, nedâmette sitemkâr;
Hûnâbe-i maktûle garîk olmada hunhâr!
Bîmârı, felâketliyi, üryânı, sefili,
Meflûcu, amel-mandeyi, miskîni, zelîli,
Gaddârı, cefâ-dîdeyi, mahkûmu, esîri,
Heyhât, şu pâyansız olan cemm-i gafiri
Teşhîr ile şöhret kazanan sahne-i dünyâ
Gelmez mi İlâhî sana bir kanlı temâşâ
***
Lâkin bu sefilân-ı beşerden kiminin, var
Kalbinde bir ümmîd ki encüm gibi parlar:
Îmandır o cevher ki İlâhî ne büyüktür…
Îmansız olan paslı yürek sînede yüktür!
Mü´min -ki bilir gördüğü yekrûze cihânın
Fevkınde ne âlemleri var subh-i bekanın-
Bin cân ile elbet çekecek etse de bilfarz,
Her devri hayâtın ona binlerce belâ arz.
Ferdâdaki ezvâkı o ettikçe te´emmül,
Eyler bugün âlâma nasıl olsa tahammül…
Bir mülhidi lâkin kim eder tesliye heyhât
Sığmaz bunun âfâkına ferdâ-yı mükâfât!
Baştan başa “boşluk”şu semâlar, şu zeminler,
Birgûş-i kerem var mı akan yaşları dinler
İlcâ-yı tesâdüfle şu “boş!” âleme düşmüş;
Etrâfına binlerce şedâid gelip üşmüş.
Her lâhza boğuşmakla geçip devr-i hayâtı.
Bir Şey olacak gâye-i hüsrânı: Memâtı!
Varlıktan onun inliyerek ölme nasîbi!
Bunlar beşerin işte en âvâre garîbi!
Mü´minlere imdâda yetiş merhametinle,
Mülhidlere lâkin daha çok merhamet eyle:
Gümrâhlarındır ki karanlıklara dalmış,
Bir rehber olur necm-i emel yok da bunalmış!
Sensin bu şebistâna süren onları elbet,
Senden doğacak doğsa da bir fecr-i hidâyet.
Mülhid de senin, kalb-i muvahhid de senindir;
İlhâd ile tevhîd nedir Menşei hep bir.
Öyleyse nedendir bu tefâvüt ara yerde
Esbâb-ı tehâlüf nedir efkâr-ı beşerde
Yâ Rab, bu serâir gün olur da açılır mı
Bir leyl-i müebbed olarak yoksa kalır mı
Her zerrede âheng-i celâlin duyulurken,
Her nağmede binlerce lisan nâtık olurken,
Cilvendeki esrâr nasıl kalmada muzlim
Ey nûr-i ulûhiyyetinin zılli avâlim